Havanın güzel oluşu ve güneş gözlüklerimin yüzümün yarısını kaplaması bana özgüven getirmişti. Her taraf kar içindeydi.
Bu güzel havada kardan dolayı kafede mahsur kalmış terasta yaprakları buz tutmuş çiçeğin yapraklarını parçalıyorduk… Vakit öldürmek için artık yapabileceğimiz bir şey kalmamıştı.
Sonrasında iyice şiddetlenen tipi İstanbul'u bir perde gibi örtmeye devam ediyordu. Şiddetlenen karların arasında her şey sakinken bir gergedan kafenin kapısından içeriye girmeye çalışıyordu. Sadece baş kısmını içeriye sokabiliyor geri kalan kısımları ise geçiremiyordu.
Sıkıntıdan patlamış insanlar bu olayı daha yakından göre bilmek için kapının önüne toplanmışlardı. Gergedan traktör sesini andıran seslenişiyle yardım istiyordu. Kalabalığı yarıp gelen işletme sahibi gergedana;
- Defol git buradan, daha önce de gelmiştin ve seni koymuştum. Bu kadarı da fazla artık!
Ben de dahil herkes şaşkına dönmüştü. Bu şehirde bırak bu ülkede bile görünme şansı olmayan bu hayvan daha önce gelmiş ve kimse bunu duymamıştı. Sesi gergedana yakın bir adam;
- Nasıl yani bu gergedan daha önce de mi buraya geldi? Nereden geliyor ki bu…
Birden adamın sesinin kesilmesine sebep olacak bir şiddetle kafenin kapısı yerle bir olmuştu. Gergedan yıktığı kapıdan içeriye daldığında herkes bir yerlere kaçışmaya başlamıştı. Yerle bir olmuş girişin önünde bir süre hareketsiz duran gergedan yere yığılı vermişti. Yerde sara krizi geçiren bir insan gibi titreyen ve kasılan gergedan çok sürmeden ölmüştü. Ölmesiyle beraber anüsünden dışkıları dökülmeye başlamıştı.
Ben şaşkın, içerikler şaşkın, herkes şaşkın…Kar yavaşlamak yerine 2 ay daha şiddetle devam etti. Biz de o süre boyunca gergedan etini yiyerek hayatta kalabilmiştik...

Yorumlar
Yorum Gönder