Kurşun döktürmek, bu tabiri bir zamanlar çok duyuyorduk… Hatta Yeşilçam filmlerinde buna benzer sahnelere rastlamak fazlasıyla mümkündü. Araştırmalar bu geleneğin dünya genelinde belli dönemler kullanıldığını göstermiştir. Şamanik bir gelenek olduğunu düşünülmektedir.
Nazar, hastalık ve falla ilişkilendirilen bu olay her zaman olduğu gibi maddenin ruhanileştirilme çabalarıdır.
Bir olayı size anlatacağım yaklaşık 70 yıllık kurşun döken bir kadından ölüyü diriltmesi istenmiş. Fakat bunun ancak çok yüksek bir dağın başında mümkün olacağını söyleyen kadın, yakınlarında yer alan dağı işaret etmiş… Bu kadının sözlerine güvenen halk ölülerini taşıyabilecekleri şekilde sarmışlar ve kurşunu dökecek kadın da kör ve yürüyemez halde olduğu için sırayla sırtlarında taşımaya karar vermişler… Ölüyü ve kadını yüklendikleri gibi dağa tırmanmaya başlamışlar, günler geçmiş fakat henüz dağın başına varamamışlar… Ölü de gün geçtikçe çürümeye daha da çekilmez kokular yaymaya başlamış...
Halk aldıkları karardan pişman olmaya başlasa da, bu ölüyü diriltmeleri gerektiğini akıllarından çıkaramıyorlardı. Dirilmeliydi çünkü hayatağacının yerini sadece o biliyordu. Halk o ağacın yerini söylemeden ölmesini kabullenemiyordu. Çok yaşlı olabilirdi, fakat bunu sadece o biliyordu. Günler sonra dağın en yüksek yerine vardıklarında, her çok bitkin düşmüştü.
Yine de kurşuncu kadının talimatları bir bir yerine getiriliyordu. Ateşler yakılıyor kurşunlar eritiliyor ve kurşuncu kadın ölünün başına getiriliyordu. Her şey tamamlandığında kepçenin içinde duran kurşun kepçeyle beraber kadının eline tutuşturulduğunda, kadın dudaklarını oynatarak fısır fısır bir şeyler söylemeye başlamıştı. Kadının dişsiz ağzından bazen tükürükler saçılıyor ve ince dudakları tedirgin tedirgin büzüşüyordu. Kadın dudaklarını oynatmayı bırakıp derin bir nefes aldıktan sonra, kurşunu ölünün kalbinin üzerine yerleştirilmiş alüminyum bir tencerenin içinde yer alan suyun içine döktü. Cozurtular ve patlamalar içinde kurşun kaskatı kesilmişti.
Kadınla beraber nefesini tutan insanlarda kadınla beraber nefesini bırakmışlardı. Kadın kurşunu ona vermelerini söyledi. Eline aldığı kurşunun her tarafında parmaklarını gezdirmeye başlamıştı. Bunun üzerinden saatler geçmesine rağmen insanlar sıkılmadan bir kadına bir de çürümüş ve morarmış ölüye bakıyorlardı. Kadın bir süre sonra elindeki kurşunu avuç içine alarak sıkmaya başladı. Dudakları tekrar hareket etmeye içten içten bir şeyler söylemeye başlamıştı. Kurşunlu elini ölünün yüzüne yaklaştırdı ve bir süre sonra elindeki kurşun erimeye avuç içinden de ölü adamın ağzının içine doğru akmaya başlamıştı.
Etrafta şaşkınlık sesleri yükselmeye başlamıştı. Kadın kurşunun tamamını adamın ağzına boşalttıktan sonra yüzünü okşamaya başlamıştı.Okşadıkça çürümeye başlamış ve mosmor olmuş yüz düzelmeye, hatta ölmeden önceki halinden daha da genç bir hal almaya başlamıştı.
Uzun süre devam eden bu olayın ardından kadın ölünün üzerini örtmelerini istedi. Ölünün üzerini örten insanlar geri çekildiklerinde örtünün altından bir bebeğin ağlama sesinin gelmeye başladığını fark etmişlerdi. Yine şaşkınlık sesleri yükselmeye başlamıştı. Kadın bu sefer örtüyü açmalarını istemişti. Örtüyü açtıkların yaşlı ölünün olduğu yerde çıplak bir bebek hareket ediyordu. Daha göbeğinde bağı duran bebeği yaşlı kadının kucağına vermişlerdi. Kadın dudakları yine bir süre hareket ettikten sonra halka seslenerek;
“İşte sizin hayatağacınız, onu hep birlikte yetiştireceksiniz…” dedi.
İnsanların içinde sevinç çığlıkları atılmaya başlanmıştı. Her şeyi toplayarak dağın başından ayrılmaya başladıklarında çoktan onları aşağıda bekleyen halk kutlamalara başlamıştı.

Yorumlar
Yorum Gönder