Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Öyküleme etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

The Inward Circles — The Soul Itself A Rhombus

Japon Balığı Kusimisunun Gösterisi

            Ülkede çok büyük reklâmlar yapılmış Kusimisu için, Afişler hazırlandı, haber programlarında konuşuldu, oyuncakları yapıldı. Herkes bu gösteri için heyecanlandırıl ve bu gösteri için basılan biletlerin tamamı çıktığı andan itibaren 4 saat içinde tükendi. Organizasyonu yapan şirketin önünde eylemler düzenlemeye başlamıştı. Kimi az sayıda bilet basıldığından kimi de biletlerin karaborsaya düştüğünden şikâyetçiydi.             Herkes bir Japon Balığının nasıl bir gösteri yapacağını merak ediyordu. Bu balıklar 10 saniyede unutmuyor? Nasıl olurda bir şeyler öğrenebiliyordu? Diye sorular etrafında dolaşırken gösteri günü gelmiş çatmıştı.             Gösteri salonu tıklım tıklım dolmaya devam ediyordu. İçeri kaçak yollarla girmeye çalışanlar, sahte bilet ile aynı koltuğu 10 kişi tutanlar içerisi karman çorman olmuştu. Gösteri saatin...

Ben Böyle Kadın Görmedim

            Bulunduğum yerin rafının 5. sırasından bana bakıyordu. Arada sırada kutuların arasına saklanarak benden korktuğunu belli etse de genel olarak saklanmıyordu.             Çıplaktı. Bir deri bir kemik vücuduyla büyük bir çelişki yaratan kocaman göğüsleri vardı. Sanki onları taşımakta zorlanıyordu.             Kadının boyu bir elimin yarısı kadardı. Yaklaştım ona doğru, yüzümü ona biraz daha yaklaştırdığımda hafiften geri çekildi.             Siyah saçlı, esmer tenliydi. Göğüslerinin uçlarından süt olabileceğini düşündüğüm bir şeyler damlıyordu.             Yüzünü yüzüme en yakın seviyeye getirerek konuşmaya başladı;             “Ben senin müridinim” dedi. ...

Ve İnsan Yıldırımı Yarattı

            Yıldırımları yarattığını iddia ettiği gün tesadüfmüdür bilmez kendisini bir yıldırım çarpmıştı. Bunun sonucunda ayaklarını ve ellerlini kesmek zorunda kalmışlardı.             Evindeki odasında yatağında etrafındakilere sesleniyordu; -          Çok mutluyum, işte gördünüz yıldırımı nasıl da yarattım ve gökyüzüne gönderdim. Diyordu. İnsanlar yinede ona acıyorlardı. Her tarafı yanıklar içinde kolları ve bacakları gitmiş yarım bir insandan başka bir şey değildi. Tekrar konuşmaya başladı; -          Benim Raijin’den, Ukko’dan, Taranis’den, Teşup’tan, Mamaragan’dan, Zeus’tan, Ülgen’den ne farkım var. Benim yüksek bir dağın tepesinde tahtım yok diye mi bütün bu umursamazlığınız ve inanmayışınız…” Susmuştu. Bağırarak konuştuğu için çok yorgun düşmüştü. Etrafındakiler bu adamın daha fazla yaşayamayac...

Evren Taş Kesildi

            Aşağı yukarı her insan gün içinde bir kerede olsa nefes alır. Bunu hiç kimse çürütemez…             Ben bu topraklarda uzun süredir aşıyorum. Her gün buraya birçok büyücü gelir gelmelerinin tek sebebi var. Galmuz adındaki tonlarca ağırlığındaki taşı beyin gücüyle kaldırmaktır.             Taşın üzerinde “Bana dokunmadan yükselirsem eğer evrenin merkezine giden yolu açacaksın.” Yazıyor.             Sizlere pekte inandırıcı gelmedi değil mi? Bana da inandırıcı gelmedi. Çünkü böyle bir taş yok, her şeye rağmen büyücüler bu taşı aramaya devam ediyorlar. Aynı Google Earth üzerinden Atlantis’i arar gibi taşı arıyorlar…             Peki, neden “evrenin merkezine” gitmek istiyorlar? Başka bir şehre, eğer cesaretleri varsa...

Çiçek Öldü

Gün batımında bir çiçeğin üzerinde 3-4 tane kandamlası gördüm.             Sessizce etrafıma bakındım ve dizlerimin üzerine çökerek çiçeğin üzerine işemeye başladım. Çişimle beraber kandamlaları kayboldu gitti.             Yüzümde rahatlamanın verdiği tebessümle beraber çiçeğin çoğu yaprakları döküldü ve boyun kısmından kırıldığını gördüm.             Çok üzüldüm, ağlayarak oradan uzaklaştım ve dalları sağlam bir ağaç buldum. Kemerimi belimden söktüm ve bir tarafı ağaca bir tarafında boynuma geçirerek intihar eylemimi gerçekleştirmek için son adıma gelmiştim.             Bir süre nutuk çekmeyi düşündüm. Sonra vazgeçtim.             “Özür dilerim çiçek” diyerek derin bir nefes aldım.    ...

Durağanlaşan Son

Erkek -          Merhaba benimle birleşmek ister misin? Der… (Kadın arkasını döner…) Kadın -          Tabiî ki. Diye cevap verir. (Erkek aletinin hazır hale gelmesini beklemektedir.) Erkek -          Hazır hale gelmesini bekliyorum. Diyerek kadına yanıt verir. (Kadın, hiç bir heyecan duymaz. Sadece bekler. Beklerken hiç bir şey düşünmez. Sanki komadaymış gibi hissizdir.) Erkek -          Hazırım. Der… ( Erkek, kadının içine girerek birleşimi sağlar. Zevk alıyordur. Bunun yanında kadında birleşmeden önce hissettiklerinden farklı bir şey duymamaktadır. Heyecansızdır.) Kadın -          Bittiğinde haber verir misin? Der… (Kadın zevk almıyordur.)             Erkek -       ...

Kısır Saatler (Yamyam Bit'i)

            Çıplak sırtımı soğuk duvara dayadım, sırtımın duvardan daha soğuk olduğunu anladım.             Kâğıt ve kalemin keşfedilmediği zamanlardan birinde daha yeni yeni insanlar pişmiş et tüketmeye başlamıştı. Etrafta hafta sonu piknik alanını doldurmuş mangalcıların oluşturduğu koku gibi her taraf pişmiş et ve yanık yağ kokuyordu. Kimse kimsenin ateşine kimse kimsenin etine karışmazken çiğ et yemeye alışmış hayvanlar henüz bu duruma alışamamışlardı.             Ekmek yoktu. Buğdayın keşfine henüz daha zaman vardı.             Genellikle ateşte pişirilen hayvanlar ceylan, tavşan ve maymun etiydi. Savanalarda kurak zamanların geçtiği şu günlerde diğerleri gibi hayvan eti tüketmek yerine insan etiyle beslenen bir kabile vardı. Bu kabile 20 kişiden oluşuyordu. Günler geçti aylar geç...

At'ın Ciddiyeti

            Gündüz vakti her yer nasıl olur da birden karara bilirdi? Saat 13:53’ü gösteriyordu. Etrafta bir sürü bina vardı. O kadar çokturlar ki, aralarında, aralarından geçen yollar dışında başka bir boşluk yoktu.             Bir kaç dakika süren bu karanlığın içinde bir at’ın çığlıkları yükselmişti. O kadar güçlü bir çığlıktı ki, gündüz vakti havanın birden bire zifiri karanlığa bürünmesine bile şaşıracak durumumuz kalmamıştı. Hava tekrar aydınlandığında yolun orta yerinde başsız bir at yatıyordu. Başsız olmasına rağmen karnı hala inip kalkıyordu. Arada bir kuyruğunu sallayıp yeri dövüyordu. Her yere vuruşunda yerden tozlar yükseliyor, sinekler kaçışıyordu.             Diğer yandan üstü başı kanlar içinde kısa boylu bir adam kaldırıma oturmuş soluk soluğa nefes alıyordu. Gözünü attan ayırmadan göğsü atla beraber...

Matkap Kendi Dilinde

            “Madde kemikti, toz oldu ve sonunda suya dönüştü.”             Matkap, Restoran çalışanına bunu söylerken çalışanın burada tuvalet kâğıdı görevini üstlendiğinin farkında değildi.             Restoran çalışanı;             “Bunu size kim söyledi? Sayın Matkap…”             Matkap sandalyesine yaslandı ve kafasını bir tur çevirdikten sonra;             “Bunu bana bir bilge söyledi. Hatta bilge bana yaklaşık 1500 yıldır bir fare deliğinden çocuklarını izlediğini söyledi.”             Restoran çalışanı bu durumdan sıkılmaya başlamıştı. Daha önceleri Matkapların restoranlara girmesi yasaktı. Sonradan çıkan...

Sokakta Unutulan Adam

            Eskiden çok fazla güneş doğarmış, o kadar çok fazla ki güneşler birbirlerinin önüne geçer, birbirleriyle yarışır olmuşlar. Bir süre sonra kendini uyanık sanan bazı güneşler, batıdan doğmaya başlamışlar.             Bunu ilk fark eden kişi de sokakta unutulan adam olmuş. Gece yatacak yer ararken bir baksa ki etrafı aydınlanmaya başlamış, sonra gökyüzüne bakmış ki iki tane güneş birbirlerini ite kaka gökyüzüne yükselmeye başlamışlar…             Sokak unutulan adam cebinde unuttuğu birkaç beyaz leblebiyi ağzına atarak bu keyifli anın tadını çıkarmaya başlamış, her şey bu iki güneşle bitmemiş daha fazla güneş batıya gitmeye, birbirlerini itmeye, vurmaya ve kavgalar etmeye başlamış. Dünyanın her tarafı güneşle dolmuş ve sokakta unutulan adam iyice unutulur olmuş… 

Aslında Bir Oyun Var

            Morat iki kişilik biriydi. Çok şişman değildi. Çok zayıfta değildi. Ama hiç kilosu yoktu. Vücudunda hiç yağ olmamasının yanında, hiç kasta yoktu. İki kişilik bir oyun çeviriyordu. Hem kadını canlandırıyordu, hem de erkeği…             Bu onun için çok zordu. Çünkü onun cinsiyeti yoktu.             Biraz sessizlik olmasını bekledi. O sessiz oldukça herkes ona gülüyordu. Çünkü insanlar onun rolünü unuttuğunu düşünüyorlardı. Üzerine at kılından örülmüş yelek giymişti. Aslında bu yeleği giymeyi hiç istemiyordu. Bu yelek aklına hangi oyunu oynaması gerektiğini getiriyordu.             O doğaçlama bir oyun oynamak istiyordu.             Yavaş yavaş gülmeler kesilmeye yerini öfkeli uğultular almaya başlamıştı.  ...

Seremoni Bağırsak

Gün boyu rüzgârlar etrafımda döndü. Çöpe atılmış bir bağırsak buldum. Hiçbir canlının anatomisini bilmediğimden kime ait olabileceğini kestiremedim. Sadece biraz küçüktü. Çok yalnız bir bağırsağa benziyordu.             Bunu nereden mi anladım? Çünkü vücudu yanında değildi.             Elime ameliyat eldivenlerimi geçirdim. Yaptığım iş ile hiçbir ilgisi olmamasına rağmen yanımda hep bir ameliyat eldiveni taşırım. Sadece bir tane taşırım. Bunu da en son ne zaman cebime koyduğumu bilmiyorum. Yinede iyi ki yanıma almışım.             O olmasaydı, şuan çöpe atılmış bu bağırsağı elleyemezdim. Onun sayesinde gökyüzüne doğru kaldırabildim ve güneşe göstere bildim bağırsağı… Ne gökyüzü ne de güneş bana söyledi bağırsağın kime ait olduğunu…             Bunlar Yukio Mi...

Cinnet Anı Denekleri

Fanusu andıran Vivaryum’un içine yerleştirilmeden önce beni Naja ile Gymnotus evlatlık edinmişti. Ailecek doğal olmayan ortamda doğallığa alıştırılmaya çalışılıyorduk, öncelikli olarak bana kişilik kazandırılmalıydı. İlk olarak belden aşağımı kesmişlerdi. Kesip artıkları parçalarımı Naja ve Gymnotusa vermişlerdi. Onlarda afiyetle yediler bu parçalarımı… Artık beni daha çok seviyorlardı. Bana sürünmeyi öğretiyorlar ve benim sadece ağzımı kullanarak beslenmemi istiyorlardı. Dışkılarından başladığımız beslenme seanslarım, arada bir ufak cezalarla daha düzenli bir hale geliyordu. Cezalar arttıkça sonunda ağzımdan başka hiç bir şeyimi kullanmaz oldum. Naja ve Gymnotus önce parmaklarımı sonrada kollarımı yemişlerdi. Yavaş yavaş sürünmeyi de öğreniyordum, önce çenemi ileri atıp sonra yere saplayıp sonra bedenimi çekiyordum… Vivaryum’un etrafında bizi izleyen gözler her geçen gün daha da sevinç dolu oluyordu. Çoğaldıkça çoğalan bu gözler, bir gün Najayı bizden ...

Doğdu Bir Hayat Ağacı

Kurşun döktürmek, bu tabiri bir zamanlar çok duyuyorduk… Hatta Yeşilçam filmlerinde buna benzer sahnelere rastlamak fazlasıyla mümkündü. Araştırmalar bu geleneğin dünya genelinde belli dönemler kullanıldığını göstermiştir. Şamanik bir gelenek olduğunu düşünülmektedir. Nazar, hastalık ve falla ilişkilendirilen bu olay her zaman olduğu gibi maddenin ruhanileştirilme çabalarıdır. Bir olayı size anlatacağım yaklaşık 70 yıllık kurşun döken bir kadından ölüyü diriltmesi istenmiş. Fakat bunun ancak çok yüksek bir dağın başında mümkün olacağını söyleyen kadın, yakınlarında yer alan dağı işaret etmiş… Bu kadının sözlerine güvenen halk ölülerini taşıyabilecekleri şekilde sarmışlar ve  kurşunu dökecek kadın da kör ve yürüyemez halde olduğu için sırayla sırtlarında taşımaya karar vermişler… Ölüyü ve kadını yüklendikleri gibi dağa tırmanmaya başlamışlar, günler geçmiş fakat henüz dağın başına varamamışlar… Ölü de gün geçtikçe çürümeye daha da çekilmez kokular yaymaya başla...

Gündüz Oyunları

Önceleri bir şeyler yapmak için üşenirdim şimdi ise ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Araba kullanış biçimim bile tedirgin, güneşli günde kazak giyin adamlar bile daha cesur geliyor bana… Gündüz oyunları diye yerel bir oyun izlemiştim. Oyunda gece yaptıkları her şeyi gündüz yapıyorlardı. Bu şekilde insanları güldürmeyi amaçlıyorlardı. Farkında olmadıkları mekanikleştikleri bir şey vardı. Bu da gece hava kararır kararmaz yemek yiyip yatmalarıydı. Oyunun tek geçtiği süreç, işinden gücünden gündüze doğru gelen ahali hava aydınlanırken yemek masasına oturur ve yemeğini yer yatardı. Oyunun olay örgüsü bu yemek masasında geçerdi. Sadece bir 5-10 dakikalık bölümü yatağa yatıldıktan sonra ana konuyu ve esas mesajı içerecek sohbetler yapılıyordu. Evin erkeğinin kadına sırtını dönüp uyku şeklini almasıyla oyun biterdi. İşte gerçekte böyleydi. Bir bardak suyu şimdi gidip alıyorum, yine de bilemiyorum o suyu başka nasıl alabilirim. Birazdan oyun bitecek, ...

Yarıldım

Teknenin üzerinde ayakta durmaya çalışıyordum. Bir süre ayakta durdum ve tekne alabora oldu. Ben denizin üzerinde durmaya devam ediyordum, Bir kaç adım attıktan sonra deniz ikiye yarılmaya başladı. Altımdan deniz çekilince havada asılı kaldım, sonrasında dünya bir ceviz gibi ikiye yarıldı. Bu seferde uzay boşluğundayım, boşlukta asılı duruyorum… Artık bir şeyler yarılmıyor, milyonlarca yıl geçti. Yine de olduğum yerde durduğumu düşünüyorum. Fakat hareket ediyorum sanki, bana doğru bir ışık yarıla yarıla geliyor.

Kireçli Çay

Gündüz ile geceyi ayırt edemez hale geldim, çünkü hep aynı odadayım. Nefesimi tutma rekoru kırmaya çalışıyorum. Saatim yok kolumda ve ne şekilde nasıl ve kaç dakika tuttuğumu kestiremeyeceğim… Dışarıdan insan sesleri geliyor. Belli ki gündüz oldu ve insanlar işlerine koşturuyorlar.. Belki bir kaç kişi vardır öylesine dolaşmaya çıkmıştır, ölmeden köle olmak istemeyen… Bir çiçeği koparıp ondan özür dilemek için neler vermezdim. Ama yine de nefesimle boğuluyorum, acı çekiyorum ve iki kişilik bir ödül istiyorum. Kendim için istemiyorum, sadece odama koyacağım, çay koyup içeceğim. İyi günler…

Hafiften Ciddi Şeyler

“Kendimi öldürmeyi düşünüyorum. Ama nasıl bir ölüm şekli seçmem gerektiğini bilmiyorum…” 2 saat boyunca hiç konuşmadan durduktan sonra ancak bana bunu söyleyebilmişti. Ben, “Benim için bir sakıncası yok.” Dedim… Sandalyede öne doğru eğik şekilde oturmuş ve kafasını iki elinin arasına almıştı. “Senin için sakıncası olmadığını biliyorum. Fakat bilmediğim nasıl yapabileceğim bunu?” kafasını iki elinin arasından kurtarmış, sandalyede dik oturmaya başlamış ve sol işaret parmağınla sağ burun deliğini karıştırır olmuştu. “Senin için bir önerim var. Kendini o kadar küçült ki Salvador Dalinin Psikozlu bıyıklarında açlığa terk et.” dememle kahkahayı basması bir olmuştu. “ Salvador Domingo Felipe Jacinto Dalí i Domènech’i hayatının son dönemlerini bir kele kaptırıp etrafını tuhaf bir koku sarmıştır. Ben en iyisi kendini sandalyenin üzerine çıkıp baş aşağı atayım, kafam boynum bir şeylerim kırılır ve öylece acı için beklerim ölümü, Bende Antonio Ma...

Kuvvetli Kuvvetsizlik

Şiddetli yağmurun ortasında not defterini çıkarmış bir şeyler karalıyordu. Sonra duraksadı, ömründe not defteri kullanmış biri değildi, bunu cebine kim koymuştu. Etrafına bakıntı tanıdık biri aradı bulamadı. Yine de bir şeyler yazmaya çalıştı. Not defteri çok fazla ıslanmıştı. Artık kalemin değdiği yer yırtılmaya başlıyordu. Not defterini de kalemi de arkasına fırlattı yürümeye başladı. Not defterini cebime kimin koyduğunu düşünmeyi bırakarak başka bir konuya odaklanmıştı. “Peki tamam, bu not defterini kimin cebime koyduğunu bilmiyorum, ama ben bu not defterinin nasıl cebimde olduğunu bildim de elime aldım?” Düşüncelerini sesli bir şekilde dışa vuruyordu. Yürümeye devam ederken ıslandığının farkına vardı. Bunun çok geç farkına varmıştı, çünkü çoktan sırılsıklam olmuştu. “Beni not defteri oyaladı. Onun orada olduğunu nereden bildim?” Koşmaya başladığında her şey için çok geç olduğunun farkına varması zaman almıştı. “Benim gideceğim bir yer ...

Çiçek Çocuk

Bugünlerde iç parçalayıcı bir kaç olay olduğunu söyleyebilirim. Bunlardan biri hippi gibi yaşayan Osman Aganın ölümüydü. Kendisi Fıstık köyünün en yaşlılarındandı. Soranlara 149 yaşında olduğunu söylerken 140 yaşında oğlu oluşuyla insanlar bu sürenin daha fazla olabileceğini söylüyorlardı. Osman Aganın ölüm biçimi cenaze namazı kılınırken bazı kişilerin ani kahkaha patlamalarına sebep oluyor, bu durumda İmamın öfkelenmesine sebep olabiliyordu. Osman Aga ömrü boyunca hiç köyünden çıkmış biri olmamasına rağmen 1972 yılında köyüne gelen bir grup hippiden oldukça fazla etkilenmişti. Bir kısmı Türkten bir kısmı da Amerikalılar oluşan bu Hippi grubu Osman Agayı da çok sevmişti. Köyün o zamanlar içe dönük bir yapası olmasına rağmen misafirperverlikleriyle hippileri hiç bir şekilde dışlamamışlardı. Bir senelik kalış süreleri boyunca Osman Aganın kullanılmayan çiftliğini kendilerine mesken tutmuşlardı. Çiftlikte kurdukları Komün yaşamı ve yaşayış tarzları Osman ...