Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

The Inward Circles — The Soul Itself A Rhombus

Seremoni Bağırsak

Gün boyu rüzgârlar etrafımda döndü. Çöpe atılmış bir bağırsak buldum. Hiçbir canlının anatomisini bilmediğimden kime ait olabileceğini kestiremedim. Sadece biraz küçüktü. Çok yalnız bir bağırsağa benziyordu.             Bunu nereden mi anladım? Çünkü vücudu yanında değildi.             Elime ameliyat eldivenlerimi geçirdim. Yaptığım iş ile hiçbir ilgisi olmamasına rağmen yanımda hep bir ameliyat eldiveni taşırım. Sadece bir tane taşırım. Bunu da en son ne zaman cebime koyduğumu bilmiyorum. Yinede iyi ki yanıma almışım.             O olmasaydı, şuan çöpe atılmış bu bağırsağı elleyemezdim. Onun sayesinde gökyüzüne doğru kaldırabildim ve güneşe göstere bildim bağırsağı… Ne gökyüzü ne de güneş bana söyledi bağırsağın kime ait olduğunu…             Bunlar Yukio Mi...

Cinnet Anı Denekleri

Fanusu andıran Vivaryum’un içine yerleştirilmeden önce beni Naja ile Gymnotus evlatlık edinmişti. Ailecek doğal olmayan ortamda doğallığa alıştırılmaya çalışılıyorduk, öncelikli olarak bana kişilik kazandırılmalıydı. İlk olarak belden aşağımı kesmişlerdi. Kesip artıkları parçalarımı Naja ve Gymnotusa vermişlerdi. Onlarda afiyetle yediler bu parçalarımı… Artık beni daha çok seviyorlardı. Bana sürünmeyi öğretiyorlar ve benim sadece ağzımı kullanarak beslenmemi istiyorlardı. Dışkılarından başladığımız beslenme seanslarım, arada bir ufak cezalarla daha düzenli bir hale geliyordu. Cezalar arttıkça sonunda ağzımdan başka hiç bir şeyimi kullanmaz oldum. Naja ve Gymnotus önce parmaklarımı sonrada kollarımı yemişlerdi. Yavaş yavaş sürünmeyi de öğreniyordum, önce çenemi ileri atıp sonra yere saplayıp sonra bedenimi çekiyordum… Vivaryum’un etrafında bizi izleyen gözler her geçen gün daha da sevinç dolu oluyordu. Çoğaldıkça çoğalan bu gözler, bir gün Najayı bizden ...

Doğdu Bir Hayat Ağacı

Kurşun döktürmek, bu tabiri bir zamanlar çok duyuyorduk… Hatta Yeşilçam filmlerinde buna benzer sahnelere rastlamak fazlasıyla mümkündü. Araştırmalar bu geleneğin dünya genelinde belli dönemler kullanıldığını göstermiştir. Şamanik bir gelenek olduğunu düşünülmektedir. Nazar, hastalık ve falla ilişkilendirilen bu olay her zaman olduğu gibi maddenin ruhanileştirilme çabalarıdır. Bir olayı size anlatacağım yaklaşık 70 yıllık kurşun döken bir kadından ölüyü diriltmesi istenmiş. Fakat bunun ancak çok yüksek bir dağın başında mümkün olacağını söyleyen kadın, yakınlarında yer alan dağı işaret etmiş… Bu kadının sözlerine güvenen halk ölülerini taşıyabilecekleri şekilde sarmışlar ve  kurşunu dökecek kadın da kör ve yürüyemez halde olduğu için sırayla sırtlarında taşımaya karar vermişler… Ölüyü ve kadını yüklendikleri gibi dağa tırmanmaya başlamışlar, günler geçmiş fakat henüz dağın başına varamamışlar… Ölü de gün geçtikçe çürümeye daha da çekilmez kokular yaymaya başla...

Gündüz Oyunları

Önceleri bir şeyler yapmak için üşenirdim şimdi ise ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Araba kullanış biçimim bile tedirgin, güneşli günde kazak giyin adamlar bile daha cesur geliyor bana… Gündüz oyunları diye yerel bir oyun izlemiştim. Oyunda gece yaptıkları her şeyi gündüz yapıyorlardı. Bu şekilde insanları güldürmeyi amaçlıyorlardı. Farkında olmadıkları mekanikleştikleri bir şey vardı. Bu da gece hava kararır kararmaz yemek yiyip yatmalarıydı. Oyunun tek geçtiği süreç, işinden gücünden gündüze doğru gelen ahali hava aydınlanırken yemek masasına oturur ve yemeğini yer yatardı. Oyunun olay örgüsü bu yemek masasında geçerdi. Sadece bir 5-10 dakikalık bölümü yatağa yatıldıktan sonra ana konuyu ve esas mesajı içerecek sohbetler yapılıyordu. Evin erkeğinin kadına sırtını dönüp uyku şeklini almasıyla oyun biterdi. İşte gerçekte böyleydi. Bir bardak suyu şimdi gidip alıyorum, yine de bilemiyorum o suyu başka nasıl alabilirim. Birazdan oyun bitecek, ...

Yarıldım

Teknenin üzerinde ayakta durmaya çalışıyordum. Bir süre ayakta durdum ve tekne alabora oldu. Ben denizin üzerinde durmaya devam ediyordum, Bir kaç adım attıktan sonra deniz ikiye yarılmaya başladı. Altımdan deniz çekilince havada asılı kaldım, sonrasında dünya bir ceviz gibi ikiye yarıldı. Bu seferde uzay boşluğundayım, boşlukta asılı duruyorum… Artık bir şeyler yarılmıyor, milyonlarca yıl geçti. Yine de olduğum yerde durduğumu düşünüyorum. Fakat hareket ediyorum sanki, bana doğru bir ışık yarıla yarıla geliyor.

Kireçli Çay

Gündüz ile geceyi ayırt edemez hale geldim, çünkü hep aynı odadayım. Nefesimi tutma rekoru kırmaya çalışıyorum. Saatim yok kolumda ve ne şekilde nasıl ve kaç dakika tuttuğumu kestiremeyeceğim… Dışarıdan insan sesleri geliyor. Belli ki gündüz oldu ve insanlar işlerine koşturuyorlar.. Belki bir kaç kişi vardır öylesine dolaşmaya çıkmıştır, ölmeden köle olmak istemeyen… Bir çiçeği koparıp ondan özür dilemek için neler vermezdim. Ama yine de nefesimle boğuluyorum, acı çekiyorum ve iki kişilik bir ödül istiyorum. Kendim için istemiyorum, sadece odama koyacağım, çay koyup içeceğim. İyi günler…

Hafiften Ciddi Şeyler

“Kendimi öldürmeyi düşünüyorum. Ama nasıl bir ölüm şekli seçmem gerektiğini bilmiyorum…” 2 saat boyunca hiç konuşmadan durduktan sonra ancak bana bunu söyleyebilmişti. Ben, “Benim için bir sakıncası yok.” Dedim… Sandalyede öne doğru eğik şekilde oturmuş ve kafasını iki elinin arasına almıştı. “Senin için sakıncası olmadığını biliyorum. Fakat bilmediğim nasıl yapabileceğim bunu?” kafasını iki elinin arasından kurtarmış, sandalyede dik oturmaya başlamış ve sol işaret parmağınla sağ burun deliğini karıştırır olmuştu. “Senin için bir önerim var. Kendini o kadar küçült ki Salvador Dalinin Psikozlu bıyıklarında açlığa terk et.” dememle kahkahayı basması bir olmuştu. “ Salvador Domingo Felipe Jacinto Dalí i Domènech’i hayatının son dönemlerini bir kele kaptırıp etrafını tuhaf bir koku sarmıştır. Ben en iyisi kendini sandalyenin üzerine çıkıp baş aşağı atayım, kafam boynum bir şeylerim kırılır ve öylece acı için beklerim ölümü, Bende Antonio Ma...

Sandalye Çıkmazı

İşin olmaması gereken tarafındayım, geriye kalan bir tek sandalyeyi bekliyorum. İki ayağını da oynatabilen bir sandalye bu… Gözleri yok, ağzı yok, kulakları yok, sadece bir kaç tane dili var. Bu dillerde gözlerin göremeyeceği yerlerde… Denk gelmişinizdir mutlaka bir sandalyenin size engel olduğuna ve onun önünüzden çekilmesini istemeniz gerektiğine… Bunu her sandalye yapmaz, kimi sandalye kendisine kişilik kazandırır. Öyle ki üzerine oturmaya çekinir, kendinizi sorgulamaya hayat görüşünüzü biçimlendirmeye çabalarsınız. Kendinizi bir girdabın içine somadan önce kafanızdaki sandalyeyi yeniden tasarlayın, gizli bir dürtünün etrafında kenara çekilmenizi isteyenler olabilir.

Kuvvetli Kuvvetsizlik

Şiddetli yağmurun ortasında not defterini çıkarmış bir şeyler karalıyordu. Sonra duraksadı, ömründe not defteri kullanmış biri değildi, bunu cebine kim koymuştu. Etrafına bakıntı tanıdık biri aradı bulamadı. Yine de bir şeyler yazmaya çalıştı. Not defteri çok fazla ıslanmıştı. Artık kalemin değdiği yer yırtılmaya başlıyordu. Not defterini de kalemi de arkasına fırlattı yürümeye başladı. Not defterini cebime kimin koyduğunu düşünmeyi bırakarak başka bir konuya odaklanmıştı. “Peki tamam, bu not defterini kimin cebime koyduğunu bilmiyorum, ama ben bu not defterinin nasıl cebimde olduğunu bildim de elime aldım?” Düşüncelerini sesli bir şekilde dışa vuruyordu. Yürümeye devam ederken ıslandığının farkına vardı. Bunun çok geç farkına varmıştı, çünkü çoktan sırılsıklam olmuştu. “Beni not defteri oyaladı. Onun orada olduğunu nereden bildim?” Koşmaya başladığında her şey için çok geç olduğunun farkına varması zaman almıştı. “Benim gideceğim bir yer ...

Çiçek Çocuk

Bugünlerde iç parçalayıcı bir kaç olay olduğunu söyleyebilirim. Bunlardan biri hippi gibi yaşayan Osman Aganın ölümüydü. Kendisi Fıstık köyünün en yaşlılarındandı. Soranlara 149 yaşında olduğunu söylerken 140 yaşında oğlu oluşuyla insanlar bu sürenin daha fazla olabileceğini söylüyorlardı. Osman Aganın ölüm biçimi cenaze namazı kılınırken bazı kişilerin ani kahkaha patlamalarına sebep oluyor, bu durumda İmamın öfkelenmesine sebep olabiliyordu. Osman Aga ömrü boyunca hiç köyünden çıkmış biri olmamasına rağmen 1972 yılında köyüne gelen bir grup hippiden oldukça fazla etkilenmişti. Bir kısmı Türkten bir kısmı da Amerikalılar oluşan bu Hippi grubu Osman Agayı da çok sevmişti. Köyün o zamanlar içe dönük bir yapası olmasına rağmen misafirperverlikleriyle hippileri hiç bir şekilde dışlamamışlardı. Bir senelik kalış süreleri boyunca Osman Aganın kullanılmayan çiftliğini kendilerine mesken tutmuşlardı. Çiftlikte kurdukları Komün yaşamı ve yaşayış tarzları Osman ...

Elimde Bir Tuş Var

Hiç klavyenin her hangi bir tuşuna dikkatli bir şekilde baktınız mı? Özellikle harflerin yer aldığı tuşlara… Bunu pek çoğunuzun yapmadığını tahmin ediyorum. Çünkü odaklanmamız gerek nokta bu değil, önemli nokta o harflerin bir araya gelerek oluşturacakları kelimelerdir. Kimimiz kelimelerin doğru ya da yanlış yazılıp yazılmadığına, kimimiz daha da derinlemesine cümlelerimizin kurulumlarına kadar takılırız. Fakat her hangi bir tuşu odak noktası olarak göz önüne almayız. Örneğin “j” tuşunu, ne kadar önemsiz bir tuş değil mi? İsmi “Jale” olmayan biri ne kadar “J” harfını kullanır ki önemsesin bir de… Günümüzde klavye kullanımı ve bu kullanım geniş çerçeve de başka etkenlere aracı olmaya çalışır. Duyanınız mutlaka vardır, Parkinson hastalığı... Kendisi sinir sistemi hastalığıdır. Vücudun belli noktalarının yada tamamının istem dışı titremesidir, kasılmasıdır. Tedavisi tam olarak olmayan bir hastalıktır. Hastaların bakımı da, kendi ihtiyaçlarını gidermeleri de her geç...

Gönlüm Kül Doğdu

Eskiden gökten balıkların yağdığı zamanlarda insanlar balıklar yere düşüpte parçalanmasın diye çeşit çeşit yöntemler geliştirmeye başlamışlardı. Balıklar ancak kuraklık başladığında göke çıkar yağmurla beraber oradan kendilerini yere atarlardı. Bunu bana Göllüdağ sufileri söylemişti. Hititlerden bile önce bu sufilerin atalarının orada yaşadığı, hatta yanardağın aktif olduğu zamanlarda sufilerden bir talebenin zikir sırasında kendinden geçip kendisini yanardağın içine atarak sönmesine sebep olduğu söylenirmiş... Üzerinde oluşan gölünde onun göz yaşları olduğu rivayet edilirken bunu anlatan sufilerin gözlerinde o anlar yaşatılıyordu. Artık sufilerin yanından ayrılmam gerekiyordu. Çünkü burada bulunuşumun esas sebebi turizm araştırmaları yapmaktı. Oradan ayrılırken sufilerden biri elime kül parçası bıraktı ve bunu gönlümde taşımamı söyledi.

Beni Burada Kim Buldu?

5 Nolu hücreye kapatıldığımda tek duyduğum geçmişimin şimdi ile eşleştirilmesiydi. Çıldırdım, çünkü çok fazla tırnaklarımı yiyor ve kendime iş bulamıyordum… Evde geçirdiğim dakikalar kelimeleri yakalamaya çalışsa da ben tırnaklarımı bitirmek köklerinden sökmek için savaşıyordum. Ne zamandır burada kapalı olduğumu bilmiyorum, diş etlerim acıyor ve parmaklarımla karanlığı yakalayamıyordum. Çıplaktım... Sarkık göğüslerimdeki kıllarımla oynuyor üzerimde bana ait olmayan tek şey gözlüğümü burnuma bastırıyordum. 5 Nolu hücre binanın 4. katında yer alıyordu. Buraya kapanalı ne kadar olmuştu? Pencerenin önünde dışarıya bakmayı deniyorum, gözlerim ışığa alışana kadar bir çöp kamyonu siyah bir kedinin üzerinden geçiyor ve patlayan şah damarından fışkıran kanlar kaldırım taşı döşeli yollarda daireler çiziyordu. Son nefes burun deliklerini terk edene kadar çoktan kamyonun arkasından gelen çöpçüler kediyi kamyonun içine fırlatıyor, midem bulanıyor ve bende içeri giriyorum. Telefonuma bakt...

Çayırda Bir Fındık Faresi

Basan çayırlarında sıradanlığın rüyalarla hareketlendiği günler yavaş yavaş ilerlemeye devam ediyordu. Etrafta iki üç tane kertenkele dışında bir kaç tane de fındık faresi çukurlara girip çıkıyorlardı. Çayırı okşayan rüzgarların ıslığı içine karışan duyulmadık sesler kertenkeleleri tedirgin ediyordu. Duraksayıp dinledikleri bu ses tekrar duyulunca hızla kaçışmaya başlıyorlardı. Otların kurumaya başladığı sonbahar aylarında o kaza tüm canlıları tedirgin eder olmuştu. 10 gün boyunca yükselen dumanlar bazı hayvanların ölümüne neden olmuştu. Yine de soğuduğunda cesaretini toplaya bilen bazı hayvanlar o cisme yaklaşmaya cesaret edebiliyorlardı. Cismin için de hareketsiz yatan üç kişiden yayılan daha önce duyulmamış koku hayvanların çok kısa sürede oradan uzaklaşmasına neden oluyordu. Bir gece uykuya yatmış bazı hayvanları uyandıran ayakları duyulmaya başlamıştı. Sabaha kadar devam eden bu ayak sesleri pek çok hayvanı tedirgin etmiş ve güneşi biran önce bekler hale gelmişlerdi. Saba...

Tekdüze Bir Düzelik

Benim ruhum söküldü kafatasımdan, beni avuç içinden iki ağacın arasında ölülerini bekleyen çukura üfledi. Korktu bir takım şaşı kuşlar, ne tarafa uçacağını bilemeden uçtu durdu. Sadece bir tanesi ağaca çarptı ve öldü. Soyun hey ruh, bedeninin her parçasını ben oluşturacağım... Bir kova su getiren geveze baykuş az ileride başka bir ağacın kökünde ölü bulundu. Üzerlerine beyaz çarşaf geçirmiş bazı adamlar baykuşun ölüm sebebini bulmaya çalışıyorlardı. Önce kuşa baktılar, sonra ağaca, sonra yine kuşa baktılar, sonra da birbirlerine baktılar ve sırt sırtta verip ağıt yakmaya başladır… Ağıtı duyan baykuş dirildi. Ağıt yakanlarla ağıt yakmaya başladı. Ölüsünü gören baykuş gözyaşları dökmeye başladı. Sonrasında ölüsüne sarıldı ve ölüsü dirildi. Beyaz çarşaf giyinmiş adamlar orayı terk ettiler, baykuş dirilen ölüsünü bıraktı ve ağacın dalına kondu.

Akrebin Yelkovana Vedası

Yelkovanın bu halini görünce çok fazla sıcağa maruz kalabilmiş olacağını düşündüm. Akrep ise yerinde yoktu, sadece dakikalar işliyordu. Bir de onu takip eden saniyeler… Biri zamanı yok etmeye çalışmıştı. Fakat kim olduğu belli olmayan bir hırsızın ellerinde tüketiliyordu. Devasal saat kulesindeki bu olayın etkisi tüm sokakları sarmıştı. Saate bakan şokun etkisinden çıkamıyordu. .Kimi sokak aralarından; “Sonumuz geldi!” Bağrışları yükseliyordu. Saatin etrafını sarmış kalabalığı yarıpta gelen Zaman Muhafızları halkı saatin etrafından dağıtmaya çalışıyorlardı. Halk panik içinde bir açıklama bekliyordu. Muhafızların öfkesi arttıkça tavırları da şiddetleniyor, daha sert bir şekilde müdahale etmeye başlıyorlardı. Zaman Denetleme Başkanı durumun çığırından çıkacağını anlayarak halka bir konuşma yapma kararı almıştı. Saat kulesinin önüne geçerek; “Bu oyunu kimlerin oynamış olabileceği konusunda bir bilgimiz yok. Biliyorsunuz ki saatimiz 24 saat boyun...

Buçuk Bir Dedikodu

Bir grup insan bir tek lağım çukurunun etrafında toplanmış Kozmogoni üzerine kafa yoruyorlardı. “Evren bit’in sırtında türedi, aslında çok küçüktür. Bit kendi sırtında üreyen evrenin içine kendi yavrularını bıraktı. O yavrularda büyüdü üredi ve biz canlıları uyarmak istediğinde kafamıza gizlenerek kaşınmamıza sebep oluyorlar... Bir gün onlara yenik düştüğümüz de evrende yok olacak!” Diğer insanlar da bu anlatılanlarda mantık aramaya çalışıyordu. İçlerinden biri şiddetli bir şekilde aylardır yıkanmayan saçlarını kaşımaya başlayınca herkes korkulu gözlerle adamın kafasına bakmışlardı. Kısa aralıklarla tartışma devam ederken, lağım çukurunun karanlığın da onları dinleyen bir varlık vardı. Boynuzlarındaki su damlacıkları ayaklarının altındaki su birikintisine damlıyor, orada yuvarlak halkalar oluşturuyordu. İçlerinden biri lağıma tükürdü. Diğeri de çişini yapmaya başladı. Bir diğeri de olanları görmek istemezcesine gözlerini sımsıkı kapamıştı. Aşağıdaki öfkeleniyordu. ...