Ana içeriğe atla

Kayıtlar

The Inward Circles — The Soul Itself A Rhombus

Balina Yalnız O

             Ellerini belime doladığında sonkez beni bir balinanın sırtına binip gitmekten vazgeçirmeye çalışıyordu. Kararımı vermiştim, gitmeliydim, çünkü bir balinaya aşık olmuştum…             O bir katil balinaydı. 4 katım uzunluğunda bir balinaya aşık olmam gerçek dışı görülebilir, yine de bu aşk karşılıksız değildi.             Balina şarkı söylemeye başladı;             “Benden uzakta,              Senden uzakta,              “O” yalnız,              Benden çok uzakta…”             Belimi ellerinden kurtardım ve balina ile beraber okyanusun sularına dalıp orta...

Algı Köledir

            Tüm algılarımı parçalamaya başladım. İlk önce kulaklarımı kestim, sonra burnumu ve en son olarak ta gözbebeklerimi yerinden söktüm.             Sessiz, karanlık ve kokusuz bir hayat oluşturdum kendime…             Fakat dokunabiliyordum, dokunarak hissetmeye devam ediyordum. Sert, yumuşak, sıcak, soğuk her şeyi hissediyordum. Algılarımı tam kapatamamıştım.             Ellerimi kesmeliydim. Sonra ilk önce sol elimi kestim, her şey bitmişti. Bıçak sağ elinde kaldı. Sağ elimi de kesmeliydim, bunu tek başıma yapamazdım. Bağırmaya başladım. Bana yardım edin diye… Kimse elimdeki bıçağı alıp elimi kesmedi.             Bıçağı yavaşça kenara bıraktım, ayağa kalktım ve nehre gittim. Nefesimi tutup nehre uzandım, nehirle be...

Sokakta Unutulan Adam

            Eskiden çok fazla güneş doğarmış, o kadar çok fazla ki güneşler birbirlerinin önüne geçer, birbirleriyle yarışır olmuşlar. Bir süre sonra kendini uyanık sanan bazı güneşler, batıdan doğmaya başlamışlar.             Bunu ilk fark eden kişi de sokakta unutulan adam olmuş. Gece yatacak yer ararken bir baksa ki etrafı aydınlanmaya başlamış, sonra gökyüzüne bakmış ki iki tane güneş birbirlerini ite kaka gökyüzüne yükselmeye başlamışlar…             Sokak unutulan adam cebinde unuttuğu birkaç beyaz leblebiyi ağzına atarak bu keyifli anın tadını çıkarmaya başlamış, her şey bu iki güneşle bitmemiş daha fazla güneş batıya gitmeye, birbirlerini itmeye, vurmaya ve kavgalar etmeye başlamış. Dünyanın her tarafı güneşle dolmuş ve sokakta unutulan adam iyice unutulur olmuş… 

Aslında Bir Oyun Var

            Morat iki kişilik biriydi. Çok şişman değildi. Çok zayıfta değildi. Ama hiç kilosu yoktu. Vücudunda hiç yağ olmamasının yanında, hiç kasta yoktu. İki kişilik bir oyun çeviriyordu. Hem kadını canlandırıyordu, hem de erkeği…             Bu onun için çok zordu. Çünkü onun cinsiyeti yoktu.             Biraz sessizlik olmasını bekledi. O sessiz oldukça herkes ona gülüyordu. Çünkü insanlar onun rolünü unuttuğunu düşünüyorlardı. Üzerine at kılından örülmüş yelek giymişti. Aslında bu yeleği giymeyi hiç istemiyordu. Bu yelek aklına hangi oyunu oynaması gerektiğini getiriyordu.             O doğaçlama bir oyun oynamak istiyordu.             Yavaş yavaş gülmeler kesilmeye yerini öfkeli uğultular almaya başlamıştı.  ...

Seremoni Bağırsak

Gün boyu rüzgârlar etrafımda döndü. Çöpe atılmış bir bağırsak buldum. Hiçbir canlının anatomisini bilmediğimden kime ait olabileceğini kestiremedim. Sadece biraz küçüktü. Çok yalnız bir bağırsağa benziyordu.             Bunu nereden mi anladım? Çünkü vücudu yanında değildi.             Elime ameliyat eldivenlerimi geçirdim. Yaptığım iş ile hiçbir ilgisi olmamasına rağmen yanımda hep bir ameliyat eldiveni taşırım. Sadece bir tane taşırım. Bunu da en son ne zaman cebime koyduğumu bilmiyorum. Yinede iyi ki yanıma almışım.             O olmasaydı, şuan çöpe atılmış bu bağırsağı elleyemezdim. Onun sayesinde gökyüzüne doğru kaldırabildim ve güneşe göstere bildim bağırsağı… Ne gökyüzü ne de güneş bana söyledi bağırsağın kime ait olduğunu…             Bunlar Yukio Mi...

Cinnet Anı Denekleri

Fanusu andıran Vivaryum’un içine yerleştirilmeden önce beni Naja ile Gymnotus evlatlık edinmişti. Ailecek doğal olmayan ortamda doğallığa alıştırılmaya çalışılıyorduk, öncelikli olarak bana kişilik kazandırılmalıydı. İlk olarak belden aşağımı kesmişlerdi. Kesip artıkları parçalarımı Naja ve Gymnotusa vermişlerdi. Onlarda afiyetle yediler bu parçalarımı… Artık beni daha çok seviyorlardı. Bana sürünmeyi öğretiyorlar ve benim sadece ağzımı kullanarak beslenmemi istiyorlardı. Dışkılarından başladığımız beslenme seanslarım, arada bir ufak cezalarla daha düzenli bir hale geliyordu. Cezalar arttıkça sonunda ağzımdan başka hiç bir şeyimi kullanmaz oldum. Naja ve Gymnotus önce parmaklarımı sonrada kollarımı yemişlerdi. Yavaş yavaş sürünmeyi de öğreniyordum, önce çenemi ileri atıp sonra yere saplayıp sonra bedenimi çekiyordum… Vivaryum’un etrafında bizi izleyen gözler her geçen gün daha da sevinç dolu oluyordu. Çoğaldıkça çoğalan bu gözler, bir gün Najayı bizden ...

Doğdu Bir Hayat Ağacı

Kurşun döktürmek, bu tabiri bir zamanlar çok duyuyorduk… Hatta Yeşilçam filmlerinde buna benzer sahnelere rastlamak fazlasıyla mümkündü. Araştırmalar bu geleneğin dünya genelinde belli dönemler kullanıldığını göstermiştir. Şamanik bir gelenek olduğunu düşünülmektedir. Nazar, hastalık ve falla ilişkilendirilen bu olay her zaman olduğu gibi maddenin ruhanileştirilme çabalarıdır. Bir olayı size anlatacağım yaklaşık 70 yıllık kurşun döken bir kadından ölüyü diriltmesi istenmiş. Fakat bunun ancak çok yüksek bir dağın başında mümkün olacağını söyleyen kadın, yakınlarında yer alan dağı işaret etmiş… Bu kadının sözlerine güvenen halk ölülerini taşıyabilecekleri şekilde sarmışlar ve  kurşunu dökecek kadın da kör ve yürüyemez halde olduğu için sırayla sırtlarında taşımaya karar vermişler… Ölüyü ve kadını yüklendikleri gibi dağa tırmanmaya başlamışlar, günler geçmiş fakat henüz dağın başına varamamışlar… Ölü de gün geçtikçe çürümeye daha da çekilmez kokular yaymaya başla...