Ana içeriğe atla

Kayıtlar

The Inward Circles — The Soul Itself A Rhombus

Sokakta Unutulan Adam

            Eskiden çok fazla güneş doğarmış, o kadar çok fazla ki güneşler birbirlerinin önüne geçer, birbirleriyle yarışır olmuşlar. Bir süre sonra kendini uyanık sanan bazı güneşler, batıdan doğmaya başlamışlar.             Bunu ilk fark eden kişi de sokakta unutulan adam olmuş. Gece yatacak yer ararken bir baksa ki etrafı aydınlanmaya başlamış, sonra gökyüzüne bakmış ki iki tane güneş birbirlerini ite kaka gökyüzüne yükselmeye başlamışlar…             Sokak unutulan adam cebinde unuttuğu birkaç beyaz leblebiyi ağzına atarak bu keyifli anın tadını çıkarmaya başlamış, her şey bu iki güneşle bitmemiş daha fazla güneş batıya gitmeye, birbirlerini itmeye, vurmaya ve kavgalar etmeye başlamış. Dünyanın her tarafı güneşle dolmuş ve sokakta unutulan adam iyice unutulur olmuş… 

Aslında Bir Oyun Var

            Morat iki kişilik biriydi. Çok şişman değildi. Çok zayıfta değildi. Ama hiç kilosu yoktu. Vücudunda hiç yağ olmamasının yanında, hiç kasta yoktu. İki kişilik bir oyun çeviriyordu. Hem kadını canlandırıyordu, hem de erkeği…             Bu onun için çok zordu. Çünkü onun cinsiyeti yoktu.             Biraz sessizlik olmasını bekledi. O sessiz oldukça herkes ona gülüyordu. Çünkü insanlar onun rolünü unuttuğunu düşünüyorlardı. Üzerine at kılından örülmüş yelek giymişti. Aslında bu yeleği giymeyi hiç istemiyordu. Bu yelek aklına hangi oyunu oynaması gerektiğini getiriyordu.             O doğaçlama bir oyun oynamak istiyordu.             Yavaş yavaş gülmeler kesilmeye yerini öfkeli uğultular almaya başlamıştı.  ...

Seremoni Bağırsak

Gün boyu rüzgârlar etrafımda döndü. Çöpe atılmış bir bağırsak buldum. Hiçbir canlının anatomisini bilmediğimden kime ait olabileceğini kestiremedim. Sadece biraz küçüktü. Çok yalnız bir bağırsağa benziyordu.             Bunu nereden mi anladım? Çünkü vücudu yanında değildi.             Elime ameliyat eldivenlerimi geçirdim. Yaptığım iş ile hiçbir ilgisi olmamasına rağmen yanımda hep bir ameliyat eldiveni taşırım. Sadece bir tane taşırım. Bunu da en son ne zaman cebime koyduğumu bilmiyorum. Yinede iyi ki yanıma almışım.             O olmasaydı, şuan çöpe atılmış bu bağırsağı elleyemezdim. Onun sayesinde gökyüzüne doğru kaldırabildim ve güneşe göstere bildim bağırsağı… Ne gökyüzü ne de güneş bana söyledi bağırsağın kime ait olduğunu…             Bunlar Yukio Mi...

Cinnet Anı Denekleri

Fanusu andıran Vivaryum’un içine yerleştirilmeden önce beni Naja ile Gymnotus evlatlık edinmişti. Ailecek doğal olmayan ortamda doğallığa alıştırılmaya çalışılıyorduk, öncelikli olarak bana kişilik kazandırılmalıydı. İlk olarak belden aşağımı kesmişlerdi. Kesip artıkları parçalarımı Naja ve Gymnotusa vermişlerdi. Onlarda afiyetle yediler bu parçalarımı… Artık beni daha çok seviyorlardı. Bana sürünmeyi öğretiyorlar ve benim sadece ağzımı kullanarak beslenmemi istiyorlardı. Dışkılarından başladığımız beslenme seanslarım, arada bir ufak cezalarla daha düzenli bir hale geliyordu. Cezalar arttıkça sonunda ağzımdan başka hiç bir şeyimi kullanmaz oldum. Naja ve Gymnotus önce parmaklarımı sonrada kollarımı yemişlerdi. Yavaş yavaş sürünmeyi de öğreniyordum, önce çenemi ileri atıp sonra yere saplayıp sonra bedenimi çekiyordum… Vivaryum’un etrafında bizi izleyen gözler her geçen gün daha da sevinç dolu oluyordu. Çoğaldıkça çoğalan bu gözler, bir gün Najayı bizden ...

Doğdu Bir Hayat Ağacı

Kurşun döktürmek, bu tabiri bir zamanlar çok duyuyorduk… Hatta Yeşilçam filmlerinde buna benzer sahnelere rastlamak fazlasıyla mümkündü. Araştırmalar bu geleneğin dünya genelinde belli dönemler kullanıldığını göstermiştir. Şamanik bir gelenek olduğunu düşünülmektedir. Nazar, hastalık ve falla ilişkilendirilen bu olay her zaman olduğu gibi maddenin ruhanileştirilme çabalarıdır. Bir olayı size anlatacağım yaklaşık 70 yıllık kurşun döken bir kadından ölüyü diriltmesi istenmiş. Fakat bunun ancak çok yüksek bir dağın başında mümkün olacağını söyleyen kadın, yakınlarında yer alan dağı işaret etmiş… Bu kadının sözlerine güvenen halk ölülerini taşıyabilecekleri şekilde sarmışlar ve  kurşunu dökecek kadın da kör ve yürüyemez halde olduğu için sırayla sırtlarında taşımaya karar vermişler… Ölüyü ve kadını yüklendikleri gibi dağa tırmanmaya başlamışlar, günler geçmiş fakat henüz dağın başına varamamışlar… Ölü de gün geçtikçe çürümeye daha da çekilmez kokular yaymaya başla...

Gündüz Oyunları

Önceleri bir şeyler yapmak için üşenirdim şimdi ise ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Araba kullanış biçimim bile tedirgin, güneşli günde kazak giyin adamlar bile daha cesur geliyor bana… Gündüz oyunları diye yerel bir oyun izlemiştim. Oyunda gece yaptıkları her şeyi gündüz yapıyorlardı. Bu şekilde insanları güldürmeyi amaçlıyorlardı. Farkında olmadıkları mekanikleştikleri bir şey vardı. Bu da gece hava kararır kararmaz yemek yiyip yatmalarıydı. Oyunun tek geçtiği süreç, işinden gücünden gündüze doğru gelen ahali hava aydınlanırken yemek masasına oturur ve yemeğini yer yatardı. Oyunun olay örgüsü bu yemek masasında geçerdi. Sadece bir 5-10 dakikalık bölümü yatağa yatıldıktan sonra ana konuyu ve esas mesajı içerecek sohbetler yapılıyordu. Evin erkeğinin kadına sırtını dönüp uyku şeklini almasıyla oyun biterdi. İşte gerçekte böyleydi. Bir bardak suyu şimdi gidip alıyorum, yine de bilemiyorum o suyu başka nasıl alabilirim. Birazdan oyun bitecek, ...

Yarıldım

Teknenin üzerinde ayakta durmaya çalışıyordum. Bir süre ayakta durdum ve tekne alabora oldu. Ben denizin üzerinde durmaya devam ediyordum, Bir kaç adım attıktan sonra deniz ikiye yarılmaya başladı. Altımdan deniz çekilince havada asılı kaldım, sonrasında dünya bir ceviz gibi ikiye yarıldı. Bu seferde uzay boşluğundayım, boşlukta asılı duruyorum… Artık bir şeyler yarılmıyor, milyonlarca yıl geçti. Yine de olduğum yerde durduğumu düşünüyorum. Fakat hareket ediyorum sanki, bana doğru bir ışık yarıla yarıla geliyor.